Ayar kayalı H. (Danışman (Yürütücü Gerçek Kişi Olan Projede)), Zeybek N.
Dünya genelinde kronik yaralardan etkilenen insan sayısı ve yara iyileşmesindeki sorunların üstesinden
gelmek için yeni tedaviler geliştirmeye yönelik birçok çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalar, hastaların yaşam
kalitesini artırmayı ve sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamayı hedeflemektedir. Kronik yara iyileşmesinin
bozulması, endojen büyüme faktörlerinin azalması ile ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, belirli zaman aralıklarıyla
eksojen olarak büyüme faktörlerinin uygulanması, daha hızlı epitelizasyon sağlayarak hızlı bir yara iyileşmesi
sağlar. Büyüme faktörleri, çeşitli mekanizmalar yoluyla yara iyileştirme potansiyeline sahip olan önemli sinyal
molekülleridir. Bu faktörler, hücresel tepkileri yönlendirerek migrasyon, proliferasyon ve farklılaşma gibi kritik
adımları etkileyerek yarada doku onarımının başlamasını sağlarlar. Yeni kan damarlarının oluşturulması ve
mevcut damarların büyümesine katkıda bulunarak yara bölgesine daha fazla oksijen ve besin taşınmasını sağlar
ve iyileşmeyi hızlandırırlar. Büyüme faktörlerinin yanı sıra yara iyileşmesinde önemli etkileri olan
Polideoksiribonükleotidler (PDRN) karşımıza çıkmaktadır. Bunlar somon balığının testisinden izole edilen
deoksiribonükleotidlerin bir kombinasyonudur. Anti-inflamatuar, anjiyogenezi teşvik etme, anti-apoptotik ve doku
onarımı gibi çeşitli etkiler sergiledikleri çok farklı çalışmalar ile gösterilmiştir. Ancak bu terapötik moleküllerin
dışarıdan (eksojen) uygulanmasının klinik etkinlikleri sınırlıdır. Bu sınırlılıklar düşük in vivo stabilite, proteazlar
tarafından kolayca parçalanabilir olması, yara lezyonlarının etrafındaki ciltten sınırlı emilim, yara bölgesine
ulaşmadan önce eksüdasyon yoluyla vücuttan atılması ve diğer istenmeyen yan etkiler gibi sebeplere
dayanmaktadır. Bu nedenle, klinik uygulamalarda rejeneratif tedaviler için etkili ve güvenli bir şekilde
kullanılabilmesi için gelişmiş sistemlere olan ihtiyaç açıktır. İstenmeyen sistemik etkilerin ve düşük stabilite
sorunlarının üstesinden gelmek için sürekli ve lokal bir şekilde uygulanmaları gerekmektedir. Bu tür sistemler
arasında biyomalzeme temelli sistemler önemli bir çözüm yolu sunmaktadırlar.
Projenin amacı, vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve Somon sperm DNA’sını (SSD) birlikte
kullanarak yara iyileşmesinde, yara örtüsü olarak kullanılacak, yüksek biyouyumlu, kitosan temelli bir hidrojel
sistemi geliştirmektir. VEGF lipozomlar içerisine hapsedilerek deriden emilimini ve biyoyaralanımının arttırılması
ve kitosan-SSD hidrojeli sayesinde de hem liposomların hem de SSD’nin kontrollü salımı sağlayarak sürekli bir
tedavi amaçlanmaktadır. Bu sistemde, yara iyileşmesi için tek tek üstün özellikleri bulunan moleküllerin birada
kullanılarak sinerjitik etkilerinin izlenmesi amaçlanmıştır. Bununla beraber kullanılacak VEGF’in rekombinant
olarak Escherichia coli ‘de üretilmesi ve referans ürünle eşleşerek biyolojik olarak aktivitesinin gösterilmesi
projenin amaçlarından biridir.
Projenin ilk aşamasında, formülasyonda kullanılacak olan VEGF rekombinant teknoloji üretilecek, ikinci
aşamada ise üretilen rekombinant polipeptit ve SSD kullanılarak kitosan temelli formülasyon geliştirilecektir.
Vektör tasarımı proje kapsamında gerçekleştirilecek ve yüksek verimle rekombinant üretim için optimizasyon
çalışmaları ve saflaştırma aşamaları takip edilecektir. Rekombinant polipeptitin fizikokimyasal ve biyolojik
özellikleri referans örnek ile kıyaslamalı olarak incelenecektir. Sonrasında, yukarıda bahsedilen, eksojen
uygulamaların sınırlı klinik etkinliklerini aşmak için VEGF lipozomlar içerisine hapsedilecektir. Lipozomlar
sayesinde, VEGF ciltte bariyer işlevi gören en üst tabaka stratum korneuma’dan kolayca taşınabilecek ve hedef
bölgeye ulaşarak biyolojik aktivitesini arttıracaktır. Sonrasında, yara bölgesindeki topikal uygulama esnasında,
lipozomların ve SSD’lerin yara bölgesinde tutulmalarını sürdürmek, sürekli-düzenli salımı ve nemli bir iyileşme
ortamı sağlamak amacıyla yüklü lipozomlar kitosan-SSD hidrojeline gömülecektir. Geliştirilen formülasyonun
fizikokimyasal ve biyolojik karakterizasyonu yapılacak ve sitotoksikte, yara kapanması (iyileşmesi) incelenecektir.
Önerilen proje bilimsel ve akademik çalışmalar kapsamında etkin eğitim, öğretim ve araştırma desteği
sağlayan gelişmiş laboratuvar altyapısına sahip Dokuz Eylül Üniversitesinde gerçekleştirilecektir. Bununla
birlikte, özellikle rekombinant teknoloji ile protein-antibiyotik üretimi, fizikokimyasal ve biyolojik karakterizasyon,
alt ve üst akım prosesleri gibi alanlarda uzman olan Prof. Dr. Hülya Ayar Kayalı’nın danışmanlığında proje başarılı
bir şekilde tamamlanacaktır. Araştırmacı daha önce çalışmadığı bir alan olan rekombinant teknoloji üzerine
deneyim kazanacak ve lisansüstü programlarda edindiği bilgi birikimi ile birleştirerek disiplinler arası çalışma
yetkinliği kazanacaktır. Bu sayede ülkemiz için katma değeri yüksek pek çok teknolojik ve yeni nesil ürünlerin
oluşturmasının önü açılacaktır.